İnsan Hakları Derneği Bitlis Şubesi’ne 27 Aralık 2017 ve 5 Ocak 2018 tarihlerinde yapılan başvurularda başvurucular, çeşitli aile üyelerinin Bitlis Merkez Yukarıölek Köyü yakınlarındaki kamuoyunda “Garzan Mezarlığı” olarak bilinen, yaşamını yitirmiş silahlı militanların defnedildiği mezarlık alanındaki 279 sayıdaki mezarın açılarak içerisindeki cesetlerin alındığını basından öğrendiklerini ve kendilerine hiçbir bilgi verilmediğini iddia etmişlerdir.

9-10 Ocak 2018 tarihinde Bolu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’ndan Hayati Kaytan ve 3 oda arkadaşı (Aydın Yüce, Bayram Eksik ve Feqi Roni Temizyüz), Ramazan Kıran – Nevzat Öztürk – Erhan Arslan, Seyithan Üzün – Ateş Gobe – Murat Çetinkaya, Cihan Temel – Abdurrahim Pamuk – Ahmet Taylan, Sait Demir – Ali Güler, Teyfik Yaşlı, Hüseyin Ayyıldız – Yüksel Öztürk – Servet Kurt, Abdullah Çelik, Ferhan Kartal – Abdullah İdiğ – Şoreş Ölçen, ve Mehmet Berk – Feridun Kurt – Hacı Ekinci – Eyüp Çelik, gönderdikleri 11 ayrı mektupta Bitlis/Tatvan’daki Yukarıölek köyündeki mezarlığın açılması ve boşaltılması olayında cenazelerin bulunması, ailelerine verilmesi ve bu olayların önlenebilmesi için girişimde bulunulmasını, duyarlılık ve kamuoyu oluşturulmasını talep etmişlerdir.

23 Ocak 2018 tarihinde İzmir Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’ndan gönderdikleri mektuplarında toplam 64 mahpus Bitlis/Tatvan’daki Yukarıölek köyündeki mezarlığın açılması ve boşaltılması olayında cenazelerin bulunması, ailelerine verilmesi ve bu olayların önlenebilmesi için girişimde bulunulmasını, duyarlılık ve kamuoyu oluşturulmasını talep etmişlerdir.

24 Aralık 2017 tarihinde İHD Bitlis Şubesi, söz konusu mezarlıkta bulunan 279 sayıdaki mezarın defni kebir yoluyla açıldığını ve cesetlerin çıkarıldığını olay mahallinde gözlemlemiş, gözlem bilgileri basınla paylaşılmıştır (https://www.evrensel.net/haber/343034/ihdden-garzan-mezarligi-raporu-mezarlarin-ici-bos).

2 Ocak 2018 tarihinde ise Bitlis Valiliği resmi bir açıklamayla mera kapsamında olan bir bölgede mezarlık olamayacağına dayanılarak, Bitlis Sulh Ceza Hakimliği’nin 04.12.2017 tarihli, 2017/4469 D. iş sayılı kararıyla fethi kabir işlemi yapıldığını, yapılan işlemde 279 mezarın açıldığını, 11 mezarın boş olduğunun tespit edildiğini, Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 11.12.2017 tarihli ve 2017/5596 sayılı soruşturma dosyasında cesetlerin kime ait olduğunun tespiti maksadıyla DNA testi yapılmak üzere kemiklerin İstanbul Adli Tıp Kurumu’na sevk edildiğini duyurmuştur (http://www.bitlis.gov.tr/basina-ve-kamuoyuna-saygiyla-duyurulur-02012018).

Daha sonra mezarlıkta yatan ölülerin yakınları olan (cenaze sahibi) Orhan Öğmez ve Lezgin Bingöl’ün suç duyurusunda bulunması üzerine Savcılığın kendileriyle görüştüğü, Savcının kendilerine “Cenazelerin defin ruhsatıyla defnedildiğini bilmiyorduk, bilseydik başka işlem yapardık ancak şimdilik defin ruhsatı olan cenaze sahipleri müracaat ettikleri takdirde ve cenazenin yerini biliyorlarsa, emin oluyorlarsa ve söyledikleri yerde çıkacak cenazeyi kabul ediyorlarsa bu talepte bulunan cenaze sahiplerine verip cenazelerini Adli Tıp işlemine tabi tutmadan teslim edebileceklerini, defin ruhsatı olmayan ailelerin DNA testinden sonra cenazeleri alabileceğini” söylediği iddiaları basına yansımıştır (https://mezopotamyaajansi.com/tum-haberler/content/view/10536 http://gazetekarinca.com/2017/12/267-mezar-acilip-cenazeler-cikartilmisti-bitliste-yikilan- mezarligin-fotograflari-ortaya-cikti/)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 3 Şubat 2018 tarihinde AK Parti Bitlis 6. Olağan İl Kongresi’nde yapmış olduğu konuşmada “O kurdukları mahkemeler, o sahte mezarlar şimdi nerede? İla cehenneme zümera.” demiştir. Kur’an-ı Kerim’in Zumer suresinden alıntılanan bu cümle, “kafirler grup grup cehenneme sürülür” anlamına gelmektedir (https://www.haberler.com/cumhurbaskani-erdogan-bitlis-te-10525354-haberi/). Oysa İslam dininin kutsal kitabı Kuran-ı Kerim’in İsra Suresi’nin 17/70 ayetine göre “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık.” denmektedir.

Başvurucuların başvurularında bu olayın kendilerini çok derinden sarstığını ve insanlık tarihi boyunca bu tip trajedilerin yaşanmaması gerektiğini ve bu nedenle duyarlılık talep ettiklerini ifade etmişlerdir. Nitekim bu konuda Sofokles’in Antigone tragedyasına göre; Antigone’nin iki erkek kardeşi vardır ve iki kardeş Thebai kentinin kralı olmak için savaşırlar. Savaşta her ikisinin de ölümü üzerine dayıları Kreon tahta geçer. Kreon, Eteokles’i geleneklere uygun bir cenaze töreni ile gömerken Polyneikes’i vatan haini ilan eder ve cesedinin kurtlara kuşlara yem olması için savaş alanında bırakır. Cesedi gömmeye kalkacak kişinin de öldürülmesini emreder. Ancak Antigone böyle bir utançla yaşamaktansa ölümü göze alarak erkek kardeşinin cesedini gömer ve ceza olarak mezara kapatılır. Görüldüğü gibi cenazeler söz konusu olduğunda insanlığın duyarlılığı devam etmektedir.

Mezarlıkların Oluşum Süreci

İHD Genel Merkezi’nin 2011 yılında açıklamış olduğu Türkiye’deki toplu mezarlarla ilgili raporunda tespit edilebilen 253 toplu mezarda 3248 sayıda kişinin gömülü olduğu, bu mezarların büyük çoğunluğunun son çeyrek yüzyılda Türkiye’deki silahlı çatışmalarda yaşamını yitirmiş silahlı militanlar ile 1990’lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde gözaltında kaybedilip öldürülmüş insanlara ait mezarlar olduğu anlaşılmaktadır (http://www.ihddiyarbakir.org/Content/uploads/f995301c-899b-4e94-9c95-6e1b9c1d0806.pdf).

İHD Genel Merkezi, Türkiye’deki toplu mezarların BM Minnesota Protokolü ile Kızılhaç Komitesi ilkelerine göre açılarak kimlik tespitlerinin yapılması, ölüm olayına sebep olan faillerin araştırılarak bulunması, çok sayıda cesedin bir arada bulunduğu toplu mezar alanının usulüne uygun olarak açılıp mezarlığa dönüştürülmesi konusunda görüşlerini kamuoyu ile paylaşmış, bunu hükümet yetkilileri ile uluslararası kamuoyuna değişik kereler açıklamıştır. Nitekim AB Türkiye İlerleme Raporlarında da Türkiye’deki toplu mezarlardan bahsedilmektedir.

Hükümetin konu ile ilgili olarak gerekli adımları atmaması ve Türkiye’deki cezasızlık politikası/kültürünün etkisiyle Savcılıkların işlemler yapmaması nedeniyle toplu mezarların usulüne uygun olarak açılması gerçekleştirilmemiştir. Siyasal iktidar bu konuya olan duyarsızlığını sürdürmektedir.

Mart 2013’te başlayan barış ve çözüm sürecinin çatışmasızlık hali yarattığı ve bu süreçte çeşitli demokratik adımların atılması üzerine uygun bir siyasi iklim oluşmuştur. Bu siyasi iklimden yararlanan kişilerin veya örgütlerin çalışmaları sonucu Türkiye’de sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte 10’un üzerinde mezarlık alanı oluşturulduğu, bu mezarlıklara yaşamını yitirmiş örgüt militanlarının cenazelerinin gömüldüğü ve böylece hükümetin ve güvenlik bürokrasisinin göz yumması sonucu mezarlık alanları oluşturulmuştur. Esasen burada hükümetin ve adli makamların soruşturma ve kovuşturma süreçlerini işleterek oluşturmaları gereken mezarlık alanlarını fiili bir durum yaratarak bizatihi yaşamını yitiren örgüt militanlarının yakınları veya bu militanların üyesi olduğu örgütler inisiyatif alarak böylesi mezarlıklar oluşturmuştur. Bu mezarlıklar, yaşamını yitiren örgüt militanlarının ailelerinin ve yakınlarının yas süreçlerini yaşayabileceği alanlar olması itibariyle toplumsal travmanın giderilmesinde önemli işlevler üstlenmiştir. Ayrıca ailelerin dini inançları uyarınca da örf ve gelenek hukukuna uygun olarak oluşturulan mezarlıkların fiilen kabulü gerçekleşmiştir.

Ancak Mart 2013’te başlayan ve Temmuz 2015’te sona eren barış ve çözüm sürecinin yarattığı ılımlı siyasi iklim ortadan kalkmıştır. Temmuz 2015’ten sonra bu mezarlıkların etrafını çevreleyen duvarlar, mezarlık alanının yanında bulunan ibadet mekanları ve dinlenme yerleri, ordunun askeri operasyonları sonucu tahrip edilmiş, sadece mezarlık alanındaki mezar taşları ve cenazelere dokunulmamıştı.

Olağanüstü hal ilan edildikten sonra yönetimin giderek otoriterleşmesi ve otoriter uygulamaların güvenlik bürokrasisi aracılığıyla adli makamlara sirayet etmesi sonucu mezarlık alanında bulunan mezar taşları tahrip edilmiş ve Bitlis Tatvan Yukarıölek Köyü yakınlarındaki mezarlık alanında bulunduğu gibi tüm cenazelerin alınarak başta örf ve adet hukuku olmak üzere çok sayıda hakkın ihlal edildiği ve ailelerin yas süreçlerine hürmet edilmediği bir döneme girilmiştir.

Derneğimiz Yukarıölek Köyü yakınlarındaki mezarlık alanıyla ilgili hazırlamış olduğu işbu raporda mevcut durum tespitini yapıp ilgili ulusal ve uluslararası hukukun yol göstericiliği eşliğinde hükümetten beklentilerini ortaya koymuştur.

İlgili Ulusal Hukuk

Türkiye Anayasası’nın başlangıç kısmında insan onurundan bahsedilmiş, Anayasa’nın 17. Maddesi’nde kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı ile işkence ve eziyet yasağı düzenlenmiş, 20. Maddesi’nde ise özel hayatın korunması ile ilgili düzenlemeler yer almaktadır.

3998 sayılı Mezarlıkların Korunması Hakkında Kanunu’nun 2. Maddesi’ne göre mezarlar bozulamaz, tahrip edilemez ve kirletilemez.

Sağlık Bakanlığı’nın yayımladığı Mezarlık Yerlerı̇nı̇n İnşaası İle Cenaze Nakı̇l Ve Defı̇n İşlemlerı̇ Hakkındaki Yönetmelik’in 10. Maddesi ve mevzuata göre mezarlık vasfı taşımayan mevcut mezarlıklarda dahi gerekli düzenlemeler yapılarak cenaze defnine devam edilir. Gerekli düzenlemelerle mezarlık vasfı kazandırılamayacaksa il veya ilçe umumî hıfzıssıhha kurulunun kararıyla yeni cenaze defnine izin verilmez. Bu mezarlıkların bakım ve onarımı bağlı bulunduğu belediye veya köy ihtiyar heyeti tarafından yapılmaya devam edilir. Cenazelerin nakil işlemini düzenleyen 41. Madde’ye göre ise bir mezarlıktan nakil amacıyla cenaze çıkarılabilmesi için, belediye tabibinin, bulunmaması halinde hükümet tabibinin uygun görüşü alındıktan sonra belediyeden izin alınması gereklidir. Köy mezarlıklarından başka bir mezarlığa nakil amacıyla cenaze çıkarılabilmesi için ise mülki idare amirince görevlendirilecek sağlık görevlisinin uygun görüşü alındıktan sonra muhtarlıkça izin verilmesi gereklidir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Şerefe Karşı Suçlara ilişkin sekizinci bölümünde Kişinin Hatırasına Hakaret başlıklı 130/2. maddeye göre bir ölünün kısmen veya tamamen ceset veya kemiklerini alan veya ceset veya kemikler hakkında tahkir edici fiillerde bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Aynı Kanun’un Mal Varlığına Karşı Suçlara ilişkin onuncu bölümünde İbadethaneler ve Mezarlıklara Zarar Verme başlıklı 153. maddeye göre mezarlara, mezarlıkların korunmasına yönelik olarak yapılan yapılara yıkmak, bozmak veya kırmak suretiyle zarar veren kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Adalet Bakanlığı’nın 31 Temmuz 2004 tarihli Adli Tıp Kurumu Kanunu Uygulama Yönetmeliği’nin 10/3-b maddesine göre otopsiler cenazelerin morga gelmesinden sonra en geç kırk sekiz saat içerisinde yapılır. Otopsinin sonuçlanmasının ardından, ceset aile veya yakınlarına, kimsesiz ise on beş gün içinde belediyeye veya mülki idare amirine teslim edilir.

İlgili Uluslararası Hukuk

BM Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nde insanların hakta ve onurda eşit olduğu temel ilkesi yer almaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. Maddesi’nde işkence, kötü muamele ve onur kırıcı davranış yasağı, 8. Maddesi’nde özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı düzenlenmiştir.

İnsancıl Hukuk’un en önemli dayanakları arasında yer alan Cenevre Sözleşmeleri Türkiye tarafından da kabul edilmiş sözleşmelerdir. 4 adet sözleşme 21 Ocak 1953 tarihli ve 6020 sayılı Kanunla uygun bulunarak onaylanmış ve 30 Ocak 1953 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe konmuş ve bu sözleşmeler halen yürürlüktedir.

Bu 4 sözleşmenin 3. maddesi ortaktır. Her sözleşmede düzenlenmiştir.

Sözleşmelerin ortak 3. maddesine göre silahlı çatışma halinde olan taraflardan her biri herhangi bir sebeple çatışma dışı kalanların hayatına, vücut bütünlüğüne ve şahsına tecavüz her nevi katil, sakatlanma, vahşice muamele, işkence ve eziyetin, rehine almanın, şahısların izzeti nefislerine tecavüz, bilhassa hakaretamiz ve haysiyet kırıcı muamelelerin, medenî milletlerce elzem olarak tanınan adli teminatı haiz nizami bir mahkeme tarafından önceden bir yargılama olmaksızın verilen mahkûmiyet kararları ile idam cezalarının infazının yasak olduğunu kabul ederler.

12.08.1949 tarihli Harp Halı̇ndekı̇ Sı̇lâhlı Kuvvetlerı̇n Hasta ve Yaralılarının Vazı̇yetlerinı̇n Islahı Hakkında Cenevre Sözleşmesı̇ ve Harp Esı̇rlerı̇ne Yapılacak Muamele İle İlgilı̇ Cenevre Sözleşmesı̇’nde mezarlık alanları ve ölenlerle ilgili özel düzenlemeler bulunmaktadır.

Anlaşmazlık halinde taraflar bundan başka ölenlerin şerefli surette ve mümkün ise mensup bulundukları dinin merasimiyle gömülmesi ve mezarlarına hürmet edilmesi ve bunların mümkün olduğu takdirde milliyetlerine göre bir araya toplatılması ve tekrar bulunabilecek şekilde işaretlenmesi ve bakılması hususlarına dikkat edecekler ve bu maksatla, muhasamatın başında resmî olarak bir mezarlıklar servisi kuracaklardır. Bu servis mezarların yerleri ne olursa olsun cesetlerin tekrar mezardan çıkarılıp teşhis ve icabında memleketlerine sevk edilmelerini sağlayacaktır.

ICRC (Uluslararası Kızılhaç Komitesi), 2002 yılında hükümet temsilcileri, Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi’nin diğer bileşenleri; uluslararası, bölgesel ve ulusal resmi ve hükümet dışı kuruluşlar; kayıp yakınlarının temsilcileri ve çeşitli uzmanların iş birliğinde,silahlı çatışma veya ülke içi şiddet sonucu haber alınamayan insanların ve yakınlarının durumlarına yönelik bir süreç başlatmıştır. Bu süreç sonunda kaybolmaların önlenmesine yardımcı olmaya, kayıp insanların akıbetlerinin öğrenilmesine ve ailelerine yardıma dönük bir dizi yasal ve operasyonel uygulanabilir tavsiye kararları alınmıştır. Bu tavsiyeler, 2003 yılında gerçekleşen ve yukarıda bazı maddeleri yazılı Cenevre Sözleşmesi’ne taraf 191 Devleti de bir araya getiren 28. Kızılhaç ve Kızılay Uluslararası Konferansı’nın İnsani Hareket için Gündem metninde kabul edilmiştir.

ICRC işte bu “Uzman olmayanların ceset kalıntıları ve ölü hakkında bilgi yönetiminde yararlanabilecekleri başarılı uygulamalar” çalışmasında Cenevre Sözleşmesi ve Ek Protokollerine göre uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda uygulanabilir uluslararası hukuka göre şu tavsiyeleri vermektedir:

  1. Koşullar el verdiğinde ve özellikle çatışma sonrasında, gecikmeksizin ve aleyhte ayrım gözetmeksizin ölüleri aramak ve toplamak için bütün mümkün önlemler alınmalıdır.
  2. Çatışmanın tarafları ölüye saygı ve onur çerçevesinde muamele gösterip yağmalanmasını önlemelidirler.
  3. Ölü saygılı bir şekilde tasnif edilmeli ve mezarlarına saygı gösterilmelidir.
  4. Ölülerin mezarlardan çıkarılması veya kimliklendirme süreçlerinde, topluluk ve aileler veya temsilcileri ile sürekli etkileşim halinde yürütülmelidir. Kalıntıların onurlu olmayan veya özensiz (beceriksiz) bir şekilde ele alınması aileyi daha fazla travmatize edebilir. Aileler, kalıntıların durumu, ceset sayısı gibi durumlarla ilgili gerçekçi bir beklenti içine yönlendirilmelidir. Ailelere bilgi ve psikolojik destek sağlanmalıdır.
  5. Devlet yetkilileri ve silahlı gruplar ceset kalıntılarını ve ölüye dair bilgiyi uygun ele almak konusunda birincil derecede sorumluluğa sahiptirler.
  6. Ölünün yağmalanması ve tahkir (saygısızlık yapılması) edilmesi uluslararası olmayan silahlı çatışmalar sırasında gerçekleştiğinde bile (uluslararası silahlı çatışmalarda olduğu gibi) uluslararası hukuka göre suç teşkil etmelidir. Ceset kalıntılarının, iade edilmesi öncesi yaygın ve sistemli bir politikanın parçası olarak bilinçli bir şekilde tahrip etmek, ağırlaşmış bir suç olarak değerlendirilmelidir. Bilinçli olarak ceset kalıntılarını kimliklendirme sürecine engel olmak, müdahalede bulunmak veya geciktirmek iç hukukta cezayı gerektiren bir suç olarak yer bulmalıdır.

BM Ekonomik ve Sosyal Konseyi ise 13 Aralık 1989 tarihinde Hukuk Dışı, Keyfi ve Yargısız İnfazların Etkili Şekilde Önlenmesi ve Soruşturulmasına Dair İlkeler ortaya koymuş ve bu ilkelerin uygulanmasına dair yöntemleri içeren Minnesota Protokolü’nü hazırlamıştır. Protokol 87 ülke tarafından kabul edilmiştir. Türkiye ise bazı maddelerine çekince koyarak Protokolü imzalamıştır. Protokol; bilimsel, açık araştırma, bağımsız komisyon ve suçluların yargılanması gibi üç ana eksende insanlık suçları, soykırım ya da toplu kıyımların bir daha yaşanmaması için devletlere önleyici tavsiye ve yükümlülüklerde bulunmaktadır. Protokolün konusunu siyasi suikastlar, cezaevi ve gözaltında yapılan işkence ve kötü muamelelerden kaynaklanan ölümler, zorla “kaybedilme”den kaynaklanan ölümler, kolluk kuvvetlerinin aşırı güç kullanmasından kaynaklanan ölümler, usulüne uygun yargılama yapılmaksızın gerçekleşen infazlar, soykırım eylemleri oluşturmaktadır.

Protokolde toplu mezarlarla ilgili olarak “kurbanın kimliğini belirlemek, ölümle ilgili olan ve sorumlular hakkında yapılacak cezai yaptırıma yardımcı olacak nitelikteki tüm delilleri ortaya çıkarmak ve muhafaza etmek, olası tanıkların kimliklerini tespit etmek ve ölüm olayı ile ilgili ifadelerini almak, ölümün nedenini, şeklini, yerini ve zamanını, ölümle sonuçlanan olaylar örüntüsünü ve eylemleri belirlemek, ölüm olayına karışmış kişilerin kimliklerinin tespiti ve yakalayıp mahkeme önüne çıkarmak ve delillerin tam incelenmesini sağlamak için bağımsız bir soruşturma komisyonu kurmak” gibi tavsiyelerde bulunulmuştur. Aynı zamanda mezarların açılmasıyla ilgili olarak da aşağıdaki ilkeler belirlenmiştir:

  • Gömünün yeniden meydana çıkarılması olay yeri incelemesine verilen aynı bilimsel özen ile ele alınmalıdır.
  • Çalışmaların başlatılması ile danışman fiziksel antropolog veya arkeolog arasında koordinasyon içinde yürütülmelidir.
  • İnsan ceset kalıntıları sıklıkla adli antropoloji teknikleri hakkında tecrübesi olmayan adli kolluk görevlileri, mezarlık işçileri tarafından mezardan çıkarılmaktadır. Bu yolla çok değerli bilgiler kaybolabileceği gibi bazen asılsız bilgiler yaratılabilir. Eğitimsiz kişiler tarafından mezar açma işleminin yapılması yasaklanmalıdır.
  • Danışman antropolog mezar açma işlemini yürütmek ya da denetlemek üzere sahada bulunmalıdır.
  • Her bir gömük tipinin kazılmasına özel problemler ve süreçler eşlik eder. Kazıdan elde edilen bilginin miktarı gömüğün durumu hakkında bilgi ve deneyime dayanan karara bağlıdır.
  • Son rapor kazı süreciyle ilgili bir mantık içermelidir.

Uluslararası Mahkeme Kararları

AİHM, 06 Haziran 2013 tarihli ve 18071/05 başvuru numaralı Maskhadova ve Diğerleri v. Rusya kararında devlet ile girdikleri çatışmada öldürülen ve cesetleri yakılan 95 kişinin nereye gömüleceğine ilişkin bilginin hükümet tarafından alınmış bir karar ile ailelere verilmemesinin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını değerlendirmiştir. Rusya Anayasa Mahkemesi, “terörist oldukları bilinen kişilerin gömüldükleri yerlerin ‘türbe’ haline getirilebileceği ve bu kişilerin cenazelerinin ailelerine teslim edilmesinin daha fazla nefrete ve terörün kışkırtılmasına sebep olabileceği” gerekçesi ile hükümet tarafından alınan kararın anayasaya aykırı olmadığına karar vermiştir. Hükümet de AİHM’e verdiği savunmasında başvurucu yakınlarının silahlı örgüt üyeliği faaliyetinden bahsetmiştir.

AİHM’e göre, başvurucuların yakınlarının faaliyetlerinin niteliği ve sonuçları dikkate alındığında devletin, cenaze törenlerinin yapılacağı zamanı, yeri ve yöntemi seçme konusunda ilgili hakka bazı sınırlamalar getirilebileceği kabul edilmekle birlikte başvurucuların söz konusu cenaze törenlerine katılımının ya da en azından ölen yakınlarına karşı son görevlerini yerine getirme fırsatının engellenmesi, terör mağdurlarının yakınlarının duygularını korumak amacıyla bile olsa meşru değildir.

Bu nedenle, yetkililerin somut olay bazında bir değerlendirme yapmadan ve alternatif yöntemlere başvurmadan “otomatik” olarak yasak uygulaması, AİHS’in 8. Maddesi bağlamında hakka getirilecek sınırlandırmaların orantılı olması zorunluluğuna aykırıdır.

AİHM’in 12 Kasım 2013 tarihli ve 23502/06 başvuru numaralı “Benzer ve Diğerleri v. Türkiye” kararında Cenevre Sözleşmeleri’ne atıf yapılmış ve örfi hukuktan bahsedilmiştir. AİHM bu kararında, 26 Mart 1994 tarihinde Şırnak’ın Kuşkonar ve Koçağılı köylerine yapılan hava saldırısında 38 köylünün hayatını yitirmesiyle ilgili olarak AİHS’in 2. Maddesi’nin esas ve usul bakımından ihlal edildiğini, başvuranların yakınlarının korkunç bir şekilde öldürülmelerine tanık olmayı AİHS’in 3. Maddesi kapsamında insanlık dışı muamele olarak değerlendirip ihlal kararı vermiş ve sözleşmenin 46. Maddesi uyarınca Bakanlar Komitesi’nin devreye girerek bu olayla ilgili etkili soruşturma yapılmasını ve ihlali gerçekleştirenler hakkında Türkiye iç hukukunun takip edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme karar gerekçesinde insancıl hukuka da atıf yapmıştır.

Böylece yukarıda belirttiğimiz Cenevre Sözleşmeleri’ne uyma yükümlülüğünün söz konusu mezarlık için de olduğunu tekrar belirtmek isteriz.

AİHM’in 27.02.2007 tarihli 56760/00 başvuru numaralı “Akpınar ve Altun v. Türkiye” kararında silahlı çatışmadan sonra öldürülmüş olan kişinin cenazesine yapılan müdahalenin, ölen kişinin yakınları üzerinde meydana getirdiği manevi üzüntünün Sözleşmenin 3. Maddesi’nde düzenlenen insanlık dışı muamele yasağı kapsamında olduğunu belirtip bu durumu Sözleşmenin ihlali olarak değerlendirmiştir.

SONUÇ VE ÖNERİLER

Türkiye’deki toplu mezar gerçeği hatırdan çıkarılmamalıdır. Hükümetin toplu mezar gerçeğinden hareketle BM Minnesota Ptorokolü ve Kızılhaç İlkeleri uyarınca yapması gereken işlemleri yapması sağlanmalı ve çok sayıda cenazenin bulunduğu toplu mezar alanlarını usulüne uygun olarak açarak mezarlık alanı haline getirmesi gerekmektedir. Nitekim Türkiye Hükümeti Bosna’daki toplu mezarların açılmasına bizzat destek vermektedir.

Yukarıda belirtilen kurallara uyulmadan oluşturulmuş bulunan 10’un üzerinde toplu mezar alanının muhafaza edilmesi ve böylece toplumsal travmanın giderilmesinde önemli işlev gören bu mezarlık alanlarına dokunulmaması sağlanmalıdır. Gerçek bir çatışma çözüm süreci yaşandığında özellikle ceza adaleti ile onarıcı adalet süreçlerinde gerekli soruşturma ve kovuşturma yöntemlerine o zaman başvurulmalıdır.

Bitlis Tatvan Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebi ve Tatvan Sulh Ceza Hakimliği’nin kararı tamamen hukuka aykırı olup bu işlemi gerçekleştiren Cumhuriyet savcısı ve sulh ceza hakimi hakkında HSK tarafından adli ve idari soruşturma açılmalı ve bir daha bu tip olaylara meydan verilmemelidir.

Yukarıölek Köyü yakınlarındaki mezarlık alanındaki cenazelerin kimlik tespiti için bu kadar hevesli olan Tatvan Adliyesi’nin bu insanların ne şekilde öldürüldükleri ve yaşamını yitirdiklerine dair soruşturma yürütüp yürütmediklerini, failleri yakalamak konusunda ne gibi işlemler yapıp yapmadıklarını kamuoyuna açıklamaları gerekmektedir. Görüldüğü gibi yaşam hakkı ihlaline sebep olan olayların açığa çıkarılmadan bu olaylar sonucu yaşamını yitirmiş insanların cenazeleri üzerinden çeşitli adli işlemler yapılması hukuka ve ahlaka aykırıdır.

Yukarıölek Köyü yakınlarındaki mezarlık alanındaki cenazelerin nakledildiğinin belirtildiği (Cenazelerin Adli Tıp Kurumu’nda muhafaza edilip edilmediğiyle ilgili kesin bir bilgi Adli Tıp Kurumu tarafından paylaşılmamıştır) Adli Tıp Kurumu’ndaki cenazelerin bir an önce mezarlık alanına nakillerinin yapılarak çıkarıldıkları mezarlara geri gömülmeleri sağlanmalıdır. Adli Tıp Kurumu gayet iyi bilmektedir ki Adli Tıp Kurumu Kanunu Uygulama Yönetmeliği’nin 10/3-b, c maddesi uyarınca kimliği tespit edilemeyen cenazelerin en fazla 15 gün tutulabileceğidir. Bu durumda ilgili cenazelerden birer örnek alınarak gerekli muhafaza işleminin yapılması ve cenazelerin çıkarıldıkları mezarlara geri defnedilmesi, Yukarıölek Köyü yakınlarındaki mezarlığın eski haline getirilmesi gerekmektedir.

Yukarıölek Köyü yakınlarındaki mezarlık alanındaki cenazelerin yakınlarından özür dilenmeli ve bir daha böyle işlemlerin yapılmaması konusunda Hükümetin kamuoyuna açıklama yapması gerekmektedir.

Türkiye’de bulunan ve henüz açılmayan toplu mezarlarla ilgili BM Minnesota Protokolü ve Kızılhaç İlkeleri uyarınca işlemler yapılmadığı sürece bu mezarlara dokunulmamalıdır.