İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch – HRW), ““Kocandır, Döver de Sever de: Türkiye’de Aile İçi Şiddet ve Korumaya Erişim | HRW” başlıklı raporunu 4 Mayıs 2011 tarihinde kamuoyu ile paylaştı.

Raporun özeti aşağıdadır:

2009 yılında Türkiye’nin saygın bir üniversitesi tarafından yapılan bir çalışmaya göre, Türkiye’de 15 yaşından büyük tüm kadınların yüzde 42’si ve kırsal kesimdeki kadınların yüzde 47’si –toplamda yaklaşık 11 milyon kadın – yaşamlarının herhangi bir evresinde kocalarından veya partnerlerinden fiziksel veya cinsel şiddet görüyor.

Bu rapor için görüşülen aile içi şiddet mağduru kadınlar, avukatlar ve yerel aile içi şiddet uzmanları kadın ve kız çocuklarının kocalarından ve aile bireylerinden gördüğü vahşi ve bazı durumlarda onlarca yıl süren ve birçok kuşak kadını etkileyen uzun süreli şiddeti anlattılar.

Araştırmacılar kadınlar ve yaşları on dörte kadar inebilen kız çocuklarının maruz kaldığı şiddet biçimlerini belgeledi. Bunlar arasında tecavüz, bıçaklama, hamileyken karnı tekmeleme, çekiç, sopa, değnek ve hortumla kemikleri kırılana ve kafatasları çatlayana kadar dövme, köpeklerle veya başka hayvanlarla aynı yere kapatma, aç bırakma, şok verme, zehir enjekte etme, damdan atma ve ağır psikolojik şiddet yer alıyordı. Bu şiddet olayları, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün görüşme yaptığı tüm coğrafi bölgelerde ve tüm gelir ve eğitim düzeylerinde görüldü.

Türkiye son yıllarda kadına yönelik şiddetle mücadeleyle ilgili önemli yasal adımlar attı. Ama başta 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun (“4320 sayılı Kanun” veya “koruma kanunu”) olmak üzere bu etkileyici gelişmelere rağmen, kanundaki eksiklikler ve uygulamadaki aksaklıklar nedeniyle koruma sistemi en hafif tabirle öngörülemez, en kötü durumda da tehlikeli bir hal alıyor. İlaveten, en başta devletin şiddeti daha iyi önleme, ayrımcı tutumları değiştirme ve kadın ve kız çocuklarının şiddeti bildirme ve korumaya erişmelerinin önündeki engelleri kaldırma konusundaki başarısızlığı sebebiyle bu yasal sürecin etkisi zayıflıyor.

Bu rapor Türkiye’de aile içi şiddet mağdurları için varolan sivil çözüm yollarına odaklanmaktadır. Mağdurun zarar görmemesi için derhal koruma sağlamayı, ne yapacağına karar vermesi için alan yaratmayı ve şiddet uygulayan kişinin ceza ya da boşanma usullerini tehdit ya da sindirme yoluyla engellemesini önlemeyi amaçlayan bu seçenekler iki ana biçimde bulunur. İlki sığınma evlerinde fiziki koruma, ikincisi ise sivil koruma kararları. Sivil koruma kararları, aile içi şiddet vakalarında oldukça yaygın olarak görülen şiddetin devam etmesini önlemeyi amaçlayan ve şiddet uygulayan kişinin evden uzak durması ve mağdura şiddet uygulamaktan vazgeçmesi gibi emirleri içerir.

Araştırma, 4320 sayılı Kanun kolluk görevlileri, hakimler ve savcıların görevlerini ihmal etmeleri nedeniyle yetersiz kaldığını gösterdi. Bunun sebepleri arasında bu görevlilerin kadın ve kız çocuklarına yönelik şiddet vakalarıyla genellikle konuyla ya da mağdurun ihtiyaçlarına ve insan haklarına hassasiyetle ve etkin bir biçimde ilgilenmek için yeterince uzmanlıklarının ya da isteklerinin olmaması bulunuyor. Polise aile içi şiddet şikayetinde bulunan kadınlar geri çevrilme riskiyle karşı karşıya ve koruma emirlerinin uygulanması da oldukça zayıf: bazı kadınlar koruma kararı alındıktan sonra bu kararın tebliğ edildiği kişilerce öldürüldüler.

Sığınma evi sayısı çok az ve olanlar da sıklıkla belli özelliklere sahip kadınları kabul etmiyor, hareket ve iletişimi kısıtlıyor ve güvenlik ihlallerine karşı yeterince donanımlı değiller. Kadınların şiddeti bildirmeleri için varolan yerler, özellikle de polis karakolları ve aile mahkemeleri –ihtiyaç duyulan özel alana ekseriyetle sahip değil. Ayrıca, başta koruma kararını alabilecek kişilerin kapsamı olmak üzere yasanın farklı yorumlanması da etkisini zayıtlatıyor ve aile içi şiddetin en savunasız mağdurlarını dışarıda bırakabiliyor.

Aşağıdaki dört bölüm Türkiye’nin aile koruma kanununu kısaca açıklıyor ve raporun üç ana alandaki bulgularını özetliyor: yasadaki eksiklik nedeniyle belli grup kadınların yasanın korumasından faydalanamaması, yasanın uygulanmasındaki sorunlar ve sığınma evleriyle ilgili sorunlar.

Ailenin Korunması Hakkında Kanun

Türkiye 1998 yılında 4320 sayılı Aile Koruma Kanunu’nu yürürlüğe sokarak aile içi şiddete karşı sivil koruma mekanizmaları sunan öncü ülkeler arasına girdi. 2007’de değişiklik yapılan yasayla aynı hanede yaşayan, aile bireylerinden şiddet gören -kadın veya erkek- kişinin doğrudan ya da savcı aracılığıyla aile mahkemesinden koruma kararı çıkarmasına imkan veren bir koruma kararı sistemi oluşturdu. Başvuruda bulunan kişinin sıklıkla olağanustü tehlikeli bir konumda olması sebebiyle bu kararların hızla, en fazla birkaç gün içinde çıkarılması amaçlandı.

Bir aile hakimi en fazla altı aylığına bir koruma kararı alabilir. Kararda saldırganın evi terk etmesi, mağdurun ve çocuklarının evinden veya okulundan uzak durması, silahlarını teslim etmesi ve şiddet, tehdit, mala zarar verme, mağdurla irtibata geçme ya da evde bağımlılık yapacak maddeler kullanmaktan sakınması gibi tedbirler de yer alabilir. Karar, şiddet içeren yeni bir vaka ya da durumun yaşanması halinde bir altı ay daha yenilenebilir. Hakim şiddet uygulayan kişinin mağdura tedbir nafakası ödemesine de hükmedebilir.

Korumanın Dışında Kalmak

Evli olmayan, boşanmış ve dini nikahlı kadınlar için korumaya erişim özünde piyango gibi. 4320 Sayılı Kanuna göre koruma kararları eş, çocuk ve aynı hane içinde yaşadıkları takdirde diğer aile bireyleri için alınabiliyor. Ancak aynı şehirdeki ve hatta aynı adliye binasındaki savcılar, hakimler ve kolluk görevlileri, koruma kararlarının kimlere uygulanabileceği hakkında birbirleriyle çelişen görüşlere sahip.  İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün konuştuğu hakimler boşanmış, evli olmayan ve yalnızca dini nikahı olan kadınlar için koruma kararı alabilmek amacıyla bazen yasayı esnek yorumladıklarını söyledi. Savcılar ise böyle bir takdir yetkisinin olmadığını ve yalnızca Medeni kanuna uygun olarak evlenmiş eşlerin kanundan yararlanabileceğini belirtti. Bazı polisler de İnsan hakları İzleme Örgütü’ne evli olmayan çiftler için koruma kararını izleyeceklerini ama bunun en iyi tabirle tutarsız bir durum olduğunu ifade etti.

Uygulamadaki Sorunlar

Yardım talebiyle başvuru yapan aile içi şiddet nağdurları önemli engellerle karşılaşıyor. Aile içi şiddet olaylarında aile bireyleri ya da eşler genellikle kadını öylesine kontrol altında tutuyor ki, kadın fiziksel, psikolojik ve ekonomik olarak yardım arayamaz halde oluyor. Ayrıca birçok kadın, kendisinin ya da aile bireyleri ve arkadaşlarının eski kötü deneyimleri yüzünden polis eve diğer yetkililere güvenmiyor. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Güneydoğu bölgesinde uzun yıllardır süren bölgesel çatışma devlete karşı derin bir güvensizlik yarattı ve bu da kadınların önüne şiddeti bildirme konusunda ek bir engel olarak çıkıyor. Çevirmen olmaması ve aile mahkemelerinin sınırı mesai saatleri gibi uygulamadaki bazı engeller de kadınların koruma kararı talebinde bulunmasını önlüyor. Kadınlar aile içi şiddeti bildirdiklerinde, geri çevrilme riskleri çok yüksektir. Kolluk görevlileri çoğu zaman aile birliğinin korunmasına öncelik vermiyor ve ceza soruşturması başlatmak veya kadının koruma kararı çıkarttırmasına yardımcı olmak yerine, dayak yiyen kadınları şiddet uygulayan kişilerle barışmaya zorluyor. Kolluk personeline yönelik olarak yapılan eğitimler ve kamuoyu baskısı bir ilerleme sağlamışsa da, şiddete maruz kalan kadınların yaptıkları şikâyetlerin dikkate alınacağına ve emniyetlerinin ciddiye alındığına güvenebilmesi için daha kat edilecek uzun bir yol var. Şiddet mağdurları, koruma kararı çıkartmak için aile mahkemelerine sevk edildiklerinde birçok başka engelle daha karşılaşıyor. Savcılar bazen bu yöndeki bir talebi hâkime sevk etme veya süreci re’sen başlatma konusunda isteksiz davranıyor; hakimler ise kararı çıkartıp çıkartmama konusundaki değerlendirmeyi çok fazla uzatabiliyor ya da acil koruma kararı için yasa uyarınca gerekmeyen tıbbi veya diğer kanıtlar talep edebiliyor. Tüm bunlar gecikmelere ve hatta kadının sağlık raporu ya da tanık ifadesi sunamaması durumunda sürecin sona ermesine sebep olabiliyor. Koruma kararı çıktıktan sonra, ancak ve ancak uygulandığı takdirde bir değeri vardır ve kararın uygulanabilmesi için kolluk görevlilerinin dikkat ve özenle gereğini yerine getirmesi gerekir. Araştırmacıların incelediği vakaların hiçbirinde, polis kanunun gerektirdiği gibi kadını haftada bir kontrol etmediği görüldü. Daha da kötüsü, çoğu zaman polis memurları eşlerin veya şiddet uygulayan diğer aile bireylerinin eve geri gelerek kadını tehdit etmesi üzerine kadınların yaptığı çağrılar hakkında gereğini yapmadılar.

Sığınma Evleri

Bir kadını şiddetten korumanın en pratik -geçici olduğu takdirde- yollarından biri, bir sığınma evinde ona kalacağı güvenli bir yer sunmaktır. Hükümet bu konuda kendisine bir hedef belirlemiştir: Belediyeler kanunu’nda yer aldığı üzere, nüfüsü 50.000 veya üstünde olan her yerleşim yerinde bir kadın sığınma evi olmalıdır. Hâlihazırda, hükümetin bu hedefi tutturmak için 100’den fazla sığınma evine daha ihtiyacı vardır. Sığınma evlerinin azlığının yanında, İnsan Hakları İzleme Örgütü mevcut sığınma evlerinde de sorunlar olduğunu belgeledi. Bazı sığınma evleri hamile, belgesi olmayan ve psikolojik veya fiziksel engelli kadınlar gibi belli kadın gruplarını kapsam dışı bırakıyor. Sığınma evlerinin yerleri polis tarafından veya okul kayıtları yoluyla ifşa edildiğinde ise güvenlik ihlalleri meydana geliyor. Hareket ve iletişim kısıtlamaları ve güvenlik başta olmak üzere, sığınma evlerindeki koşullar da kadınlar için şikâyet konusudur.

Bu rapor sivil tedbirler ve acil koruma sistemine odaklı bir çalışmadır. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün doğrudan koruma işlevleri olduğu için son derece önemli olan bu konulara eğilmeyi seçmesinin sebebi kötü uygulamaların sonucunda doğal olarak ortaya çıkacak tehlikeler olması ve 2011 seçimleri öncesinde meclisin Aile Koruma Kanunu’nda değişiklik yapması için bir fırsatın varlığıdır. Bu rapor Türkiye’nin ceza adalet sistemine yoğunlaşmıyor; ancak bu, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün ağır aile içi şiddet suçlarıyla mücadelede ceza yargılamalarının asli rolüne verdiği önemle ilgili bir yorum olarak algılanmamalıdır. Aksine, bu tür ağır şiddet olaylarıyla ilgili kovuşturmalar ülkede son derece yaygın olan ve yalnızca Türkiye yasalarına değil uluslararası ve bölgesel hukuka da aykırı olan aile içi şiddetle kapsamlı mücadele çerçevesinin bir parçası.

İnsan Hakları İzleme Örgütü Türkiye’ye aile koruma kanunundaki eksikleri gidermesi için koruma kararlarının evli olmayan, boşanmış ve dini nikahlı kadınlar için de çıkartılabileceğini açık bir biçimde belirtmesini tavsiye etmektedir. Adalet ve İçişleri Bakanlıkları polis karakolları ve aile mahkemelerinde özel birimler oluşturmalı, bu birimlerde kadınları sosyal hizmetlere sevk edebilecek ve koruma talepleriyle ilgilenebilecek uzman personel istihdam edilmelidir. İçişleri Bakanlığı yasayı uygulamayan ya da aile içi şiddet mağdurlarına kötü davranan polis memurları, savcılar ya da hakimler hakkında bir şikayet mekanizması oluşturmalıdır. Koruma kararı sisteminin kapsamlı olarak izlenmesi ve nasıl kullanıldığına dair daha spesifik ve kamuya açık veri toplanmasına da ihtiyaç vardır. Daha çok sığınma evi kurulmalı ve hem İçişleri hem Adalet Bakanlığı polis memurlarının eğitimine devam etmeli, yanı sıra savcı ve hakimlere 4320 sayılı Kanunun uygulamadaki gereklerine ve süreçteki her bir aktörün rolüne dair eğitim programlarına yoğunlaşmalıdır.

Son olarak, Avrupa Konseyi’nin kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadele hakkında yeni bir bölgesel sözleşmeyi kabul etmek üzere olduğu bu günlerde, Türkiye hükümeti 4320 Sayılı Ailenin Korunması Hakkında Kanun’un sözleşme taslağına yalnızca metin olarak değil, halen gerçekleştiremediği uygulamada da uyumlu hale getirmelidir.