Giriş
25 Haziran 2010 tarihinde, aralarında lezbiyen, gey, biseksüel ve trans (LGBT) bireylerin,
ailelerinin ve destekçilerinin de aralarında bulunduğu binlerce kişi, İstanbul’un merkezinde
lezbiyen, gey, biseksüel ve trans kişilerin hakları için Türkiye’de şimdiye kadar görülmüş en
büyük dayanışma yürüyüşünü gerçekleştirdiler. 2010 yılında yapılan bu dayanışma gösterisi
ve 2011 yılı için planlanan benzer bir etkinlik, Türkiye’deki LGBT bireylerin devlet yetkilileri
tarafından maruz bırakıldıkları şiddet ve sistematik taciz uygulamalarının yaşandığı bir
ortamda gerçekleşiyor.
Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri altındaki yükümlülüklere
aykırı bir şekilde 3 ayrımcılık, yasalarda mevcudiyetini korurken, birçok yasa, hakimler ve
savcılar tarafından ayrımcı bir şekilde yorumlanmakta ya da uygulanmakta ve lezbiyen, gey,
biseksüel ve trans kişilerin eşitlik haklarını ihlal etmektedir.
En önemlisi, Türkiye Anayasası’nda ve ulusal mevzuatta cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığı
yasaklayan herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. 2002 yılından bu yana iktidarda olan
Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin diğer ayrımcılık biçimleri ile mücadele ve temel
insan haklarının korunması yönünde attığı adımların tersine, lezbiyen, gey, biseksüel ve trans
bireylerin hakları gözardı edilmeye devam edildi. Bu durum, devlet görevlilerinin homofobik
söylemleri ile daha da pekişti. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Aliye Kavaf 2010
yılında “Eşcinsellik bir hastalıktır ve tedavi edilmelidir” demişti.4 Homofobik ve transfobik
yaklaşımlar medyada da oldukça yaygın. Birçok kişi, cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleri
nedeniyle hem devlet hem de devlet dışı aktörler tarafından iş yerlerinde, sağlıkkurumlarında, eğitim ve barınma alanında ayrımcılığa maruz kalmaktadırlar.
Bu durum, lezbiyen, gey, biseksüel ve trans kadın ve erkeklerin, korku, ayrımcılık ve
önyargılar nedeniyle cinsel yönelimlerini, işverenlerden, devlet görevlilerinden ve hatta
ailelerinden saklamak zorunda kalmalarına neden olmaktadır. Özellikle lezbiyen ve biseksüel
kadınlar, erkekler ile karşılaştırıldığında, nispeten daha düşük düzeyde ekonomik özerkliğe ve
aile içinde daha az özgürlüğe sahip olmaları nedeniyle daha farklı sorunlar yaşamakta ve
koruma mekanizmalarından daha sınırlı bir şekilde yararlanabilmektedirler. Yasa düzeyinde
kadın erkek eşitliği sağlanmış olmasına rağmen, uygulamada ciddi oranda eşitsizlik hüküm
sürmektedir. Kadınların maruz kaldığı bu çok yönlü ayrımcılık Türkiye’de lezbiyen ve
biseksüel kadınların çoğunlukla yok sayılmalarına neden olmaktadır. Gey ve biseksüel
erkekler cinsel yönelimlerini açıkça belirtmeleri durumunda şiddet ve ayrımcılık riski ile karşı
karşıya kalmakta ve dar erkeklik kalıplarını ihlal ettikleri yönünde bir algı oluşmaktadır.
Cinsiyet kimliklerini önyargılı topluluklardan saklayamayan ya da saklamak istemeyen birçok
trans kadın ve erkek, cinsiyet kimlikleri ve cinsel yönelimleri nedeniyle en ağır şiddet
biçimlerine ve hoşgörüsüzlüğe maruz kalmaktadırlar. Özellikle trans kadınlar istihdam
konusunda ciddi engellerle karşılaşmakta ve birçok durumda yasadışı seks içşiliği yapmak
zorunda kalmaktadırlar. Bu durum kendilerine yönelik önyargının bir kat daha artmasına
neden olmakta ve kolluk kuvvetleri tarafından uğradıkları tacize ek bir meşrulaştırma aracı
olarak kullanılmaktadır. Yetkililer tarafından büyük oranda gözardı edilen ancak en önemli
sorunlardan biri de saldırı ya da cinayet gibi nefret suçlarının oldukça yaygın olmasıdır.
Özellikle trans kadınlar nefret cinayetlerine maruz kalmaktadır.
Yetkililerin bu konudaki tavırlarına – en iyi haliyle lezbiyen, gey, biseksüel ve trans bireylerin
haklarını görmezden gelmesi ve en kötü haliyle ayrımcılık uygulaması – ve medya ve toplum
içinde yaygın homofobi ve transfobi kültürünün varlığına rağmen, Türkiye’deki LGBT hakları
örgütleri tarafından önemli gelişmeler kaydedildi. Hoşgörüsüzlüğe karşı yaptıkları çalışmalar,
ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin tehdit edildiği bir ortam içinde gerçekleştirildi. Bu
duruma rağmen, sürekli eylemlilikleri sayesinde, insan hakları konusunda attıkları büyük
adımlar diğerlerinin izleyeceği bir örnek olarak önümüzde duruyor. LGBT örgütleri5 farklı
cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklere yönelik hoşgörüsüzlük ile marjinalleşmiş kimliklere sahip
kişiler ve topluluklara yönelik resmi hoşgörüsüzlük arasındaki bağı teslim ederek, Türkiye’de
çok çeşitli insan hakları konularında çalışmalar yürüttü ve sivil toplum grupları ile ittifak
halinde çalıştı.
Uluslararası Af Örgütü ve Türkiye’deki işbirliği halinde çalıştığı dernekler, hükümetin, cinsel
yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığı gözardı ederek ayrımcılıkla mücadele
edilebileceği düşüncesini reddediyor. Uluslararası Af Örgütü, hükümeti, raporun
tavsiyelerinde belirtildiği gibi, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli tüm ayrımcılık
biçimlerini yasaklamak için Anayasa’yı değiştirmeye ve kapsamlı bir ayrımcılıkla mücadele
yasası çıkarmaya çağırmaktadır. Uluslararası Af Örgütü ve işbirliği halinde çalıştığı dernekler
ayrıca yetkilileri nefret suçlarını önlemek için acil adımlar atmaya ve daha önce nefret saikiyle
işlendiğinden şüphelenilen suçların etkin bir şekilde araştırılması için adımlar atmaya
çağırmaktadır.6 Aynı şekilde, Uluslararası Af Örgütü Türkiye yetkililerini, cinsel yönelim ve
cinsiyet kimliği dahil olmak üzere herhangi bir ayrımcılık yapılmaksızın herkesin herkesin ifade ve
örgütlenme özgürlüğüne saygı duymaya ve korumaya çağırmaktadır.