Uluslararası Kriz Grubu (International Crisis Group – ICG), “Türkiye’deki PKK Çatışmasını Yönetmek: Nusaybin Örneği” raporunu 2 Mayıs 2017 tarihinde yayınladı. Yönetici özeti ve sonuç kısımlarını altta okuyabileceğiniz raporun tam metnini sayfanın altında Türkçe ve İngilizce olarak görebilirsiniz.

RAPORUN YÖNETİCİ ÖZETİ:

Kürt hareketinin siyasi kalelerinden biri olan Suriye sınırındaki Nusaybin, Türkiye’nin güneydoğusunda 2016’da daha önce benzeri görülmedik düzeyde şiddetin yaşandığı ilçeler arasında yer almaktadır. Olağanüstü hal uygulaması, özellikle Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe girişimi sonrasında ve Nisan 2017 hükümet sistemi referandumu öncesinde yasal Kürt siyasi hareketinin seçilmiş temsilcilerinin tutuklanması ve/veya görevden alınması ve siyasi kanallarının kapatılmasıyla sonuçlandı. 30.000 kişinin evini kaybettiği Nusaybin ilçesinde çatışmadan kaynaklanan bir bıkkınlık ve yakın gelecekte siyasi bir çözümün mümkün olamayacağı hissi hakim. Ankara’nın ilçede yaşayanların temel ihtiyaçlarını karşılama ve maddi kayıplarını tazmin etme çabaları dikkate değer. Ancak, marjinalize edilmiş Kürt hareketi destekçilerinin PKK’nın kışkırtmalarına daha açık hale gelmesini ve şiddete yönelmesini engellemek için çatışmanın toplumsal/siyasi yansımalarının doğru şekilde ele alınması ve Kürt hareketini destekleyenlerin sorun ve kaygılarına çözüm üretilmesi gerekiyor.

Temmuz 2015’te şiddetin yeniden alevlenmesiyle, Türkiye, A.B.D. ve Avrupa Birliği (AB) tarafından terör örgütü olarak kabul edilen PKK ile 33 yıldır devam eden çatışma, güneydoğudaki bazı ilçeleri yıkıma uğrattığı gibi geçim kaynaklarını da yok etti. Yirmi bir ayda en az 2.748 kişi öldü, yaklaşık 100.000 kişi evini kaybetti ve 400.000 kadar kişi geçici olarak yerinden edildi. Güvenlik güçleri güneydoğuda kentsel ve kırsal bölgelerde yüzlerce operasyon gerçekleştirdi; PKK, şehir merkezlerinde yoğun çatışmaların ve el yapımı bombalarla – Türkiye’nin batısı da dahil olmak üzere – gerçekleştirilen saldırıların yaşandığı bir dönemin ardından Haziran 2016’dan itibaren çatışmayı kırsal bölgelere taşıdı. Ankara’da milliyetçi kadroların ve sertlik yanlısı politikaların hakimiyet kazanması ışığında devletin mevcut yaklaşımı; PKK’yı mümkün olduğu kadar zayıflatmak, Kürt siyasi hareketinin başlıca yasal temsilcisi Halkların Demokratik Partisi’ni (HDP) marjinalize etmek, daha iyi altyapı ve hizmetler sunarak bölge halkının güvenini kazanmak ve HDP’ye alternatif olarak gördüğü başka Kürt siyasi aktörleri desteklemek.

 Çatışmanın yıkıma uğrattığı güneydoğu ilçelerindeki vatandaşlar şiddetin neden bu kadar tırmandığı ile ilgili çelişkili söylemlere maruz kalıyor. 

Çatışmanın yıkıma uğrattığı güneydoğu ilçelerindeki vatandaşlar şiddetin neden bu kadar tırmandığı ile ilgili çelişkili söylemlere maruz kalıyor. Hükümet yanlıları geriye dönük olarak barış süreci sırasında (2013-1015) güneydoğuda PKK’nın örgütlenebilmiş olmasını Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) adını verdikleri ve 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sorumlu tuttukları oluşumla bağlantılı kadrolara atfediyor. Buna karşılık bazı Kürt hareketi temsilcileri Ankara’da milliyetçi politikaları destekleyen unsurların ve bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yasal Kürt siyasi hareketine yönelik baskıları ve yargılamaları meşrulaştırmak için şiddeti özellikle tırmandırdığını öne sürüyor. Bölge halkı devlete kırgın ama PKK’yı da hendek ve barikatlarla özerk mahalleler kurmak gibi gerçekçi olmayan bir amaca ulaşmak için Türkiye’deki toplumsal tabanını feda etmeyi göze almış olmakla suçluyor.

Devletin Nusaybin’deki mahalleleri yeniden inşa etme ve burada yaşayanların maddi zararlarının tazminine yönelik girişimlerinin hayata geçmesi zaman aldı ve bu konuda atılan adımlarla ilgili yerel halk yeterince bilgilendirilmedi. Hükümet, zararların adil şekilde tazmin edilmesi konusunda özenli çalışmalar yürütüyor, ancak çetrefilli idari süreçler ve gecikmeler öteden beri devlet yetkililerine güvenmeyen halkın, devlet karşıtı duygularını daha da körüklüyor. Yetkililere göre çatışmaların yaşandığı mahallelerdeki patlayıcıların temizlenmesi için az hasar gören binaların dahi yıkılması zaruriydi. Ancak, ilçede yaşayanlar yeniden inşa çalışmalarının, ilçe halkının ihtiyaç ve taleplerini merkeze alan bir yaklaşımdan ziyade, şehir çatışmalarının önüne geçilmesi amacıyla güvenlikçi bir yaklaşım ile yapılmasından endişe duyuyor. Bu konuda kayda değer ilerleme olsa da evlerin fiziksel olarak yeniden inşa edilmesi kısa vadede devlet ve toplum arasındaki güveni sağlamak veya ilçedeki toplumsal/ekonomik dinamizmi canlandırmak için yeterli olmayacaktır. Hükümetin çatışma nedeniyle travma yaşayan halkın psikolojik gereksinimlerini uygun şekilde karşılaması ve küçük işletmelerin yeniden canlandırılması için mevcut beklentilere yanıt vermesi, bunun için gerekiyorsa kontrollü sınır ticaretine izin vermesi gerekmektedir.

Daha geniş açıdan bakıldığında, yasal Kürt hareketinin seçilmiş temsilcilerinin görevden alınması ve yerel halkın güvendiği belediye çalışanlarının işten çıkartılması, Kürt hareketi destekçileri arasında siyasi yönelim ve kimliklerinin tanınmadığı yönündeki algıyı güçlendirmiştir. Bu ve kamusal alanda temsilcilerinin susturulması, bazı bölgelerde toplu protestoların yasaklanması ve güvenlik güçlerinin yaygın mevcudiyeti, kimi kesimler arasında demokratik siyasetin mümkün olmadığı yönündeki algıyı kuvvetlendirmiştir. Bazılarına göre, bu, silahlı mücadeleyi daha meşru hale getirmiştir.

Nusaybin’deki seçmenlerin yüzde 79’unun “hayır” oyu kullandığı 16 Nisan referandumundan hemen sonra hükümet, darbe girişimi sonrasında ilan edilen olağanüstü hal uygulamasını üç ay daha uzattı. Bunun bölge halkını kazanmak için gereken kapsayıcı ve çoğulcu politikalar yönünde bir adım olduğunu söylemek zor. Yereldeki devlet yetkililerinin en azından bölgenin toplumsal dokusunu daha iyi anlayan personeli işe alarak ve geleceğe dönük olarak güven eksikliğini gidermeye yönelik adımlar atarak yerel halkla daha yakın ilişki kurmaya çalışması önemli olacaktır.

İdeal olarak, referandumdan istediği sonucu almış olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’deki Kürtler arasındaki ideolojik farklılıkları göz önünde bulundurarak toplumsal gerginlikleri gidermeye odaklanmalıdır. Önümüzdeki iki yılda seçim öngörülmediği için Erdoğan milliyetçi seçmenleri mobilize etmeye odaklı olmayabilir. Kürt hareketinin meşru temsili için kanalların kapatılması ve geçmişten gelen siyasi taleplerin yok sayılması, öfkenin derinleşmesine ve toplumun bazı kesimlerinin radikalleşmesine yol açabilir. Eğer Ankara terörle mücadele yasalarını devletin resmi söylem ve yaklaşımlarına karşı çıkanlara suç isnad edecek şekilde geniş bir biçimde uygulamaya devam ederse, Türkiye’deki PKK çatışmasını uzun vadede çözmek için gerekli olan yapıcı ve barışçıl tartışmaların yeniden başlaması mümkün olmayacaktır.

Baharın gelmesiyle birlikte çatışmaların yeniden artması ihtimali yüksek. Ankara ve PKK’nın uzantılarının karşı karşıya geldiği Suriye savaşı tehlikeyi daha da büyütüyor. Kalıcı çözüm için Türkiye ile PKK arasında görüşmelerin yeniden başlaması elzem. Buna paralel olarak Kürtlerin ana dilde eğitim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, seçim barajının düşürülmesi, terörle mücadele yasalarının reformu ve anayasanın etnik atıflardan arındırılması gibi alanlardaki taleplerinin karşılanması için çaba harcanması gerekecektir.

RAPORUN SONUÇ BÖLÜMÜ:

Son bir yılda Nusaybin sakinleri önce birçoklarının PKK kuşatması olarak algıladığı ama şimdi Ankara’nın işgali altında olmaya benzettikleri bir deneyimden geçtiler. Daha önce benzeri görülmedik bir yıkım yaşadıktan sonra olağanüstü hal kapsamında birçok hakkın askıya alındığını ve seçilmiş temsilcilerinin görevden alındıklarına tanık oldular; bütün bunlar ilçeye bir umutsuzluk duygusunun hakim olmasına yol açtı. Ankara, mal kayıpları karşılığı maddi tazminat ödemenin halkın yaşam tarzını ve sosyal dokuyu geriye getirmediğini daha iyi anlamalıdır. Devletin atadığı kayyımların sunduğu etkin belediye hizmetleri seçilmiş temsilcilerin görevden alınmasının ortaya çıkardığı temsiliyet boşluğunu dolduramaz; devletin ideolojisini ya da muhafazakar değerleri empoze etmesi, Kürt hareketini ve ideolojik çekimini zayıflatmamaktadır. Nusaybin’de olanların devletin kendi kimliklerine karşı beslediği düşmanlıktan kaynaklandığı algısını ortadan kaldırmak için ilçe sakinlerinin öfke ve kaygıları uygun şekilde ele alınmalıdır.

Ankara’nın kamu düzenini yeniden kurmayı ve PKK’nın gözdağı ve şiddet uygulamalarına karşı koruma sağlamayı öncelik olarak görmesi meşru olabilir, ancak bunu yaparken toplumun bazı kesimlerini ötekileştirmekten kaçınmak gerekir. Aksi takdirde devlet, PKK’nın ve şiddeti meşru görenlerin elini güçlendirme riski ile karşı karşıya kalabilir.

Aslen bu çatışmanın askeri bir çözümü yoktur; Ankara ile PKK arasında barış görüşmeleri yapılması ileriye dönük tek sürdürülebilir yoldur; buna paralel olarak da Türkiye’deki Kürt nüfusun meşru demokratik hak taleplerine cevap verecek adımlar atılmalıdır. Anadilde eğitim, yerinden yönetim, seçim barajının düşürülmesi, terörle mücadele yasalarının reformu ve etnik atıflardan arındırılmış bir anayasanın hazırlanması bu taleplerin önde gelenlerindendir.

Her ne kadar acil de olsa, ne yazık ki Türkiye ile PKK arasındaki görüşmelerin yakında başlaması mevcut siyasi durumda mümkün görünmemektedir. Hem Ankara’daki yetkililer hem de PKK, karşı tarafın ancak mecbur kaldıklarında uzlaşmaya razı olacağında ısrarlı. Her iki taraf da ilk adımı atmaktansa konumlarını güçlendirmek için bölgesel ve küresel gelişmeleri izliyor.

Yine de Ankara’nın, PKK ile devlet arasında sıkışan sivillerin acılarını hafifletmek ve kaybettikleri adalet ve umut duygusunu onlara yeniden kazandırmak için atabileceği adımlar var.

Önemli bir başlangıç, Kürt hareketini destekleyen seçmenleri marjinalleştirmek yerine onların katılımını sağlayacak bir söylem benimsemek, yerel ve ulusal düzeyde Kürt hareketinin yasal siyasi partilerinin meşru siyasi temsiliyeti için kanalları yeniden açmak ve güneydoğudaki sosyal ve ekonomik hayatın canlandırılmasına yönelik adımları atmak olacaktır.

TÜRKÇE: 

ENGLISH: